Pazartesi, Şubat 26, 2007

Dayı'nın Yeri

Yardımcı gurmem Danimarka fatihi O.A'dan hafta içi "Dayı'nın Yeri"yle ilgili bir mail gelince ne yalan söyliyim haftasonunu burayı keşfetmek için iple çekmeye başlamıştım. Dikkat ederseniz "keşfetmek" diyorum zira Dayı'nın Yeri Öveçler'deydi ve burası iki evime de (Yıldız ve Kazım Karabekir Caddesi) yakın değildi, yani bir nevi "sınırların ötesinde"ydik.

İşte bu duygu ve düşünceler eşliğinde cumartesi geldi çattı, biz fetihe giden komutanlar gibi hazırlığımızı yapmış, krokiler ve ses kayıtlarıyla Dayı'nın Yeri'ni aklımıza mıh gibi çakmıştık. Yardımcı gurmelerimi topladıktan sonra olay mahalline doğru yola koyulduk, detaylı yol tarifini sonlara doğru vereceğim.


kroki

Mekana girdiğimizde "Dayı" olduğundan şüphelendiğimiz Şahin Usta bizi karşıladı. Hemen ilk manevramızı yapıp "Şahin Usta, bir arkadaş sizi çok methetti." dedik (bu tüyoyu unutmayın bir yere ilk kez gidiyorsanız bunları söyleyin), o da kendinden emin bir şekilde "göreceğiz..." dedi.


hakiki adanacı brövesi... tam bir profesyonel...

Ve gördük...

Derken biz sadece ne içeceğimizi söylemişken (şalgam suyu da var), ortaya ne zaman biteceği belli olmayan bir ikram akını başladı. Taratorlar, çeşit çeşit salatalar, ezmeler, nar ekşili soğanlar ... Tam bir lezzet şöleni yaşıyorduk. Lavaşımız bitiyor, daha biz istemeden yenisi geliyordu. Daha şimdiden acaba ... "Keko'yu geçebilir mi" hesapları yapıyorduk.


mezeler

Biz bu karışık duygular içerisinde mezelerden tırtıklanırken, ufukta Şahin Usta'yı ve elindeki ovalimsi tabağı gördük. Tabak gelip de ortada mezelerden açılan yere konunca, elim titreyerek şu kareyi görüntüleyebildim.


aman yarabbi... bıçağa dikkat

Adananın boyutunu kendi kafanızda tasvir edebilmeniz için yanında standart bir yemek bıçağıyla görüntüledim. Görüntüleme işlemi bitince sıra Adanayı tatmaya gelmişti. Bir yudum su aldıktan sonra (etin tadını iyi ayırt edebilmek için ; ) ) ilk lokmayı ağzıma götürdüğümde tadının *abartmıyorum* gerçekten çok güzel olduğuna kanaat getirdim. Hatta itiraf etmeliyim etin tadı bazı noktalarda Keko'dan daha iyidi...

Biz Adanayla iyi vakit geçirirken Şahin Usta yanımıza geldi ve tabağın kenarında duran pişmiş sarmısakları garip bakışlarımız altında aldı, soydu ve tabaklarımıza dağıttı. O gittikten sonra yardımcı gurmelerime döndüğümde kimini ağlar halde kimini de "ben bu şefkati babamdan görmedim ..." der halde buldum. Ben de gerçekten duygulanmıştım. Keko'daki Erdal Abi'den daha mı babacandı acaba?

Tam Adanalar bitmek üzereyken Şahin Usta geldi ve hepimize birer çöp şiş verdi o anın heyecanıyla görüntülemeyi unutmuşum hepsini yedikten sonra aklıma geldi kusurumu bağışlayın...

Ama daha bitmemişti. Şahin Usta bir kez daha görünmüş ve kaburgaları (evet yanlış okumadınız kaburgaları) tabağa koymuştu. Kaburgaların yanında eşantiyon niyetine gelen et o kadar yumuşaktı ki sanki mübarek hayvan sürekli zeytinyağı ve kekikle beslenmişti.



Tabii her güzel şey gibi etler de bitmişti, Şahin Usta ve adamları geldi ve bu çekirge sürüsünden arta kalanları topladılar. Tabaklar bulaşıkhaneye inerken garson abi "3 çay" dediğinde yanaklarımdan tek bir damla göz yaşı süzülmeye başlamıştı bile...

Bu bir rüya olmalı...

Tam mutlu bir biçimde çaylarımızı beklerken, garson abi ne olduğunu anlayamadığımız bir tabakla çıka geldi. Tabağı masaya koyduğunda tüm bu yaşadıklarımızın bir rüya olduğundan şüphelenmeye başlamıştık. Tabağın içinde ... irmik helvası vardı... ve çayla beraber, aynı zamanda gelmişti... İrmik helvasını her zamanki gibi kapıştıktan, çatalla ezip kırıntıları bile aldıktan sonra, o küçük gurme kalplerimiz pır pır ederek biraz da korkarak sanırsam, arkamızda duran "konsept teyze"den hesabı istedik.



Hayır bu bir kabus...

Hesabın bu kadar çabuk gelmesinden biraz işkillenmiştim, hesap tahminleri havada uçuşuyor, kolonyalı mendillerin altında yatan o rakamı görmek için herkes sabırsızlanıyordu. Derken hesabı açtık ve kişi başı 16 (yazıyla onaltı) milyonluk hesabı görünce... , gerisini hatırlamıyorum desem yeridir galiba tansiyonum düştü. Şahin Usta, sen netttinnnnn....


yardımcı gurmelerim... birisi üzüntüden kahrolmuş, diğeri de ne yapacağını bilemez halde saf saf gülüyor... içler acısı

Arabaya atlayıp mekanımıza geri dönerken hala fiyat bölü performans oranını tartışıyorduk. Acaba etinin kalitesi, şefkat unsuru, Keko'yu geçmesine yetmiş miydi? Uzun tartışmaların ve beynimle kalbim arasındaki savaşın sonunda yardımcı gurmelerimin argümanlarıyla 16 ytl'nin affedilemez bir rakam olduğuna kanaat getirdim, ve etinin kalitesi ne olursa olsun HalkınGurmesi için en önemli kriterin fiyat bölü performans oranı olduğunu bir kez daha kanıtlarcasına, "Dayı'nın Yeri"ni Keko'dan sonra ikinci sıraya yerleştirdim. "Dayı'nın Yeri"nin daha aşşağılara düşmemesinin nedeni etinin kalitesinin gerçekten üst düzey olmasıdır...

Bir dahaki yazım için, şehir dışına çıkma ihtimalim var. O zamana kadar kendinize iyi bakın...

Dayı'nın Yeri'nin detaylı tarifi şu şekilde:

cetin emec oveclerde 4. caddeye geliyorsunuz. hemen basinda hp yetkili servisi var onun yanindaki sokaktan iceriye dogru giriyorsunuz. solunuzda 2 sokak birakaraktan aşagiya dogru ilerliyorsunuz. ardindan pizza house gecince hemen yanindaki dukkana daliyorsunuz...

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Urfalı Kebapçı - KEKO

2007'nin bu ilk yazısında yine esnaf lokantalarının merkezi Kazım Karabekir Caddesi'nden bir mekan seçtim. Bu sefer ki lokantamız Kazım Karabekir Caddesi No:112/F İskitler Ankara'da bulunan "Urfalı Kebapçı" nam-ı diğer "Keko". Keko'yla ilk tanışmamız daha dün gibi aklımda; Kazım Karabekir Caddesi'yle ve esnaf lokantası kavramıyla yeni yeni tanışıyoruz. Henüz Üstünel Köftecisi'nin yerini bile doğru düzgün bilmiyoruz öyle ki Üstünel Köftecisi kapanmış diye orada ki Köz Köfte'ye gidiyoruz, şu toyluğa bakar mısınız :) . Neyse Köz Köfte'deki abiler "abi iyi tatlı nerde buluruz" sorumuza "yeğenim, biraz ilerde Keko var ona gidin bizi Köz Köfte gönderdi, bize iyi bir künefe yapacakmışsınız deyin" diye cevap verdiler.

Tabii dediklerini yaptık ve orada ki Erdal Abi'ye (onu bilenler bilir ;) ) aynen mesajı ilettik. Yarım saat sonra künefe önümüze geldiğinde artık Kazım Karabekir Caddesi'yle aramızda kopmaz bir bağ oluşmuştu; zira yediğimiz künefe üstünde ki fıstıktan görünmüyordu ve künefeyi kestiğimizde peynir deryasıyla karşılaşıyorduk.

Eski günleri yad ettikten sonra gelelim bu yazımıza. Keko'ya gittiğimizde gerçekten zengin bir menüyle karşılaştık. Arkadaşlar her ne kadar "Bucket" diye tabir ettiğimiz karışık kebap yemeye kafayı takmışlarsa da, ben menüye yeni eklenen "kiremitte karışık kebab"ı görür görmez "işte benim yemeğim bu" demiştim. Beklenen oldu ve arkadaşlar 4 kişilik karışık kebap istediler, bense 1 porsiyon kiremitte karışık kebap aldım.


Salata ve mezeler...

Derken önümüze Keko'nun ünlü ikramları geldi: Ezme, fava, cacık, lebeni, patlıcan söğürme ve iki tane mevsim salata; gayet geniş bir yelpaze. Ayrıca unutmadan özel bakır bardaklarda yayık ayranı içmeden kebabın tadına tam olarak varmış sayılmazsınız, istemeyi unutmayın. Hepimiz mezelerden ve salatalardan tırtıklanırken, zaman mevhumunu kaybetmişiz ki önümüze "bucket" gelince kendimize geldik. Aman Allah'ım o ne zenginlik, o ne sunuş ben susuyorum ve lafı fotoğraflara bırakıyorum...


Salata ve mezeler - tower cam

Bakır bardakta yayık ayranı


Bucket geldi...

Bucket öncesi...

Tam "ah ben ne ettim de karışık kebaba ortak olmadım" diye hayıflanırken benim kiremitte karışık da geldi ( sağolsun Erdal Abi bana kıyak yapmış ve 1,5 yaptırmış ). Vay vay vay, suyu hala fokur fokur kaynayan ve içinde et, tavuk eti (diğerine neden sadece "et" demek yetiyor bilmiyorum :) ), bol domates, biber, hafif sarımsak ve üzerinde kaşar peyniri olan yemek önüme geliyor. Bir kaç saniye bu şahesere sadece bakmakla yetiniyorum sonra aklıma geliyor ve bu görüntüleri çekiyorum.


Kiremitte karışık kebap... bir şaheser...

Yemekler geldikten 30 dakika sonraki manzara ise ilginç: Etlerin altında ki pilavın ortaya çıktığı bir "bucket", 5 tane tok adam ve bunlara ek olarak pilavda kalmış olabilecek etleri arayan O.A. adındaki yardımcı gurme. Derken çaylarımız geldi ve biz cila olması açısından 4 kişilik bir künefe istedik.


Bucket sonrası...

Aman Erdal Abi Naptın?

Künefemiz 10 dakika sonra geldiğinde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştık. Künefe, hem de bu kadar çabuk! Çatalımızı ağzımıza götürdüğümüzde acı gerçekle karşılaştık, künefemiz ... soğuktu ... Erdal Abi'ye bu durumu hafif çıtlattığımızda "tepsiyi değiştirdim bir daha fırına atmadım abicim, bozulurdu" cevabını aldık. Eyvallah deyip sineye çektiğimizde durumumuza acımış olacak ki "bir daha ki gelişinizde size künefenin kralını yedireceğim" sözünü verdi. Sözü almanın rahatlığıyla hesabımızı istedik.


Künefe tepsisi değişmişmiş : (

Hesap ...

Hesabımız gelirken ister istemez heyecanlıydık, nasıl olmayalım ki sonuçta biz "Heysel faciası"ndan sonraki en büyük facia olan "Adania faciası"nı bilakis yaşamış kişilerdik :). Hesabın olduğu o deri kaplı defter gelip de içini açtığımızda kişi başına düşen parayı hesaplamak için beynimizin kullandığı süre bitince (o sırada tüm kan mideye hücum etmişti biz napalım), "iyi abi fena değil" moduna girmiştik. Kişi başı 16 ytl ödedik. İşin doğrusu beni ödediğim 16 ytl o kadar da ilgilendirmiyordu, ben o sıralarda, yediğim 1,5 porsiyon kebaba 1 porsiyon parası verdiğim için, içimde tarifi mümkün olmayan duygular yaşıyordum.


Yardımcı gurmelerim

Son Söz...

Keko gerçekten fiyat / performans bakımından gayet iyi bir mekan. Ne istediğinizi biliyorsanız ve gözünüz fazla yükseklerde değilse gönül rahatlığıyla Keko'dan 10 ytl altına çıkabilirsiniz.

Bu yazıyı Keko'nun girişinde yazılı olan destan niteliğindeki şu satırlarla bitiriyorum:

Acıların Adanasıyım,
Bir Yanımda Sumaklı Soğan,
Bir Yanımda Kıyım Kıyım Maydanoz,
Dumanım Tütüyor Sana,
Afiyet Olsun Ye Beni,
Ben Kebabın Hasıyım.


Gerçekten bu satırları okuduktan sonra insanın tüylerinin diken diken olmaması elde değil... Bir daha ki yazıda görüşmek üzere!